Bir medeniyetin yok edilişi: Kızılderililer


"Bir kere “Al şunu” demek, iki kere “Ben vereceğim” demekten iyidir."

Herkese merhaba Meksika gezisi sırasında rastlamıştım bu harika dans gösterisine ve bu muhteşem gösteriyi izlemek, her bir kareyi çekmek ne büyük şanstır benim için...
O günün etkisini hala bütün ruhumla hissediyorum. 
O kadar etkilendim ki bu medeniyeti ciddi ciddi araştırma yoluna koyuldum ve hatta instagram'da çizmiş olduğum resimlere bile ruhunu yansıttım.

Her ne kadar soylarını tüketmek için bir sürü katliamlar yapılsa da hala yaşayan kabilelerin olduğunu bilmek ve onları görebilmek ne güzeldi!
Evet, kızılderililer'den bahsediyorum. 



Yeryüzüne gelmiş en güler yüzlü, sevecen ve misafirperver insanlardan yani...
Bir zamanlar Amerika’nın geniş vadilerinde mutluluk içinde yaşayan asil bir ırktan yani.

Hani yaklaşık dört yüz yıl önce, dünyanın diğer ucundan gelen ‘soluk benizlileri’ de ‘kardeş’ deyip basan fakat “Onlara bir kılıç gösterdim keskin tarafından tuttular ellerini yaraladılar ” diyen Amerika fatihi tarafından, sevgiye karşılık düşmanlık, yardıma karşı nankörlük, mertliğe karşı alçaklık gören kızılderililerden bahsediyorum. 
Öz yurtlarında ‘parya’ edildiler, ezildiler, öldürüldüler; ‘medeniyet’ ve ‘Tanrı’ adına… 
Sefil ruhların bölük-pörçük zulümleri gün oldu devletleşip balyoz gibi indi başlarına!
Artık gülmüyorlardı, gülemiyorlardı...

Hikaye oldukça uzun ve acıklı bunu sayfanın sonunda geniş olarak okuyacaksınız ama sıkılmanızı istemediğimden bu yazıyı yazmamın asıl amacı şuydu;
Hani bilirsiniz; Sözler vardır eskilerden söylenen ve hala bugün bile bizi düşündüren belkide iyi insan, faydalı insan, farkında olan insan olmamızı sağlayan. 
O yüzden de bugünkü yazımda ben çekmiş olduğum fotoğaraflarla çok yerinde olacak, her birimizi düşündürecek Kızıldereli sözlerini yazmak istedim. 
Ama yazarken de baz biraz bu kabileler hakkında da bilgi vermesem de olmazdı. 
Dediğim gibi hikayenin en can alıcı bölümü altta muhakkak okuyun.

Tabiatın bahçelerinde küçük bir çocuk hayretiyle gezinirken, kuşların şakımasında, suların çağıldamasında ve çiçeklerin tatlı kokusunda Yüce Ruh ‘un fısıltılarını duyarım. Siz buna putperestlik mi diyorsunuz?" (Sioux Kabilesi - Zitkala Sa)

“Dünya yüzündeki her adımınız ibadet olmalıdır. Saf ve iyi ruhun kuvveti her insanın kalbindedir ve kutsal bir yolda yürürken tohum saçılmış gibi büyüyüp gelişecektir. Ve eğer her adımınız ibadet olursa, daima kutsal yolda yürüyorsunuz demektir”. (Sioux Kabilesi - Beyaz Surat)

Dedikodu şeytan ile dama oynamak gibidir; bazen kazanırsınız, fakat çoğu kere kendi oyununuzda tuzağa düşersiniz. (Hopi Kabilesi) 


Bütün bitkiler bizim kardeşimizdir. Onlar bizimle konuşur; eğer kulak verirsek onları duyabiliriz. (Arapaho Kabilesi) 

Soru sormayın, Gözleyin, dinleyin, bekleyin. Cevap size kendiliğinden gelecektir.
(Pueblo Kabilesi Larry Bird)

Dosdoğru konuşun! Kelimeleriniz güneşin ışığı gibi doğruca kalplerimize girsin.
(Chiricahua Kabilesi - Cochise)


Konuşmak istediğin zaman ışıkta dur! (Crow Kabilesi)

Aşkı tanıdığında, yaratıcıyı da tanırsın. (Fox Kabilesi)

Bir düşman çok, yüz dost azdır. (Hopi Kabilesi)

Yaradılış devam etmektedir. (Sioux Kabilesi) 

Bitkilerin canlı olduğunu düşünürüz. Onların suyu, kanlarıdır. Doğar, büyürler. Aynı gerçek, ağaçlar için de geçerlidir. Her şey ölür. Her şey öldüğüne göre her şey canlıdır. Her şey canlı olduğu için, her şeye hediyeler vermek, gönüllerini hoş etmek gerekir. (Pomo Kabilesi)

Kızılderili’nin hayatı gökteki kanatlılara benzer. Şahin avına nasıl yaklaşır, nasıl yakalar bilirsiniz. Kızılderili de öyledir. Kartal kurnazdır, Kızılderili de öyledir. Bu yüzden biz kendimize tüy takarız. Bizim gökteki uçan kanatlılar ile akrabalığımız vardır. (Sioux Kabilesi - Kara Geyik)

Biz ruhun bütün yaratıklara verilmiş olduğuna, her yaratığın, kendisi şuurunda olmasa bile, bir derecede ruha sahip olduğuna inanırız. Ağaç, şelale, boz ayı, her biri cisimleşmiş bir ruhtur, her biri saygıya layıktır. (Sioux Kabilesi - Ohlyesa) 

Gençlikte dilinizi tutun da dinleyin. Böylece yaşlılıkta halkınıza hizmet için olgun düşüncelere sahip olabilirsiniz. (Sioux Kabilesi - Wabashaw)

Beyazların dili ne kadar esnek olmalı ki, doğru yaptıkları yanlış, yanlış yaptıkları da doğru gibi görünebiliyor. (Sauk Kabilesi - Kara Şahin)

Benim insanlarım çiftçilik yapmayacaktır. Toprağı ekip biçen insanlar hayal kuramaz. Hâlbuki hikmet bize hayaller ile gelir.
Palute Kabilesi - Wovoka (Çiftçilik yapmayı kabul etmediler.)

Yanlışı gören ve önlemek için eli uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur. (Omaha Kabilesi) 
Bizim için sessizlik mana yüklüdür, konuşmadan önce sessizlik zamanı ayırmak, düşüncenin konuşmadan önce geldiğine olan inancının tezahürü olarak saygı ve nezaket gereğidir. Kederin, hastalığın, ölümün ortasında, ya da herhangi bir talihsizlikte ve büyüklerin yanında sessizlik, saygı göstermenin işaretidir. Sessizlik kelimelerden daha güçlüdür. Kızılderili’nin iyi davranış ilkesi olarak benimsediği bu kesin âdet hiç şüphe yok, beyaz adam tarafından yanlış yorumlandı. Onu aptal, dilsiz, garip, duygusuz olmakla itham ettiler. Hâlbuki o insanların en hassası idi, ama derin ve samimi duyguları kontrol altına alınmıştı. Kızılderili için sessizlik, Disraeli’nin “Sessizlik gerçeğin anasıdır” sözündeki manaya benzer. Her an konuşmaya hazır olan ciddiye alınmaz, ama sessiz insana daima güvenilmiştir. (Sioux Kabilesi _ Ayakta Duran Ayı) 


 Eğer bu dünyada doğru işler yapmazsam, ruhumdan sorumlu olan tek kişi benim. Kabahatli olan benim; Büyük Ruh değil, mabet değil, dağ değil, güneş değil, sadece benim. Kızılderili dininde öğretilen budur. (Yakıma Kabilesi - Alex Saluskin)

Bir başkasının kabahati hakkında konuşmadan önce daima kendi çarığının içine bak.
Sauk Boyu
Dur, dinle. Hep konuşursan hiç bir şey duyamazsın.
Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır. Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür. Ve her insan bir görevle yaratılmıştır.
Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem utanç duymayayım.
Apache Boyu 

HİKAYE NASIL BAŞLADI..
Amerika kıtası 12 Ekim 1492’ye kadar üzerinde güneşin batmadığı bir ülkeydi. 
Coşkun akarsularla kuşatılmış bu verimli topraklar üzerinde yer yüzünün büyük medeniyetlerini kurmuş doğayı katletmeden ondan faydalanmasını öğrenmiş silahı ve savaşı tanımayan ve öldürme nedir bilmeyen insanların yaşadığı ülkeydi, Amerika. 
Araştırmacıların tahmini hesaplarına göre Christoper Columbus Hint adaları sandığı Antil adalarına ayak bastığı tarihte bütün Amerika kıtasının nufüsu 30 ile 50 milyon arasında değişiyordu. 
Kristof Kolomp seyahatleri boyunca tuttuğu günlüğünde ilk gördüğü yerlilerin silahsız ve olduklarını belirterek;. “Onlara bir kılıç gösterdim keskin tarafından tuttular ellerini yaraladılar ” diyor. 
Yine Kolomp günlüğünde. “Bunlardan çok iyi hizmetkarlar olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimiz yaptırabiliriz” der Amerika fatihi! Kristof Kolomp ve beraberinde götürdüğü katil, hırsız, çapulcu ve dolandırıcılardan oluşan maceracıların, tanrının adını yaymak ve bilinmeyen toprakları ispanya krallığı adına kutsamak adına çıktıkları kıtada yaptıkları ilk eylem, kılıçlarını kınından kızılderılere çekmek olmuştu. 
Kolomp’un yeni toprakları keşif için çıktığı yolculuk, daha çok haçlı seferlerini andırıyordu. Kolomb’un Amerika kıtasında tek bir hedefi bulunuyordu. Zenginliğe ulaşmak Avrupa’da bulunmayan madenlere bir an önce sahip olma isteği ve hırsı...

Kristof Kolomp’un “Altın “sözcüğünün yetmiş beş kez geçtiği seyir günlüğündeki, kızıl derilerle ilk karşılaşmayı okuyalım birlikte ” Kadınlar dahil hepsi anadan doğma çıplaktı. Gençtiler. Hiçbirisi otuzun üstünde değildi. Sağlıklı ve biçimli bedenleri bulunuyordu. Yüzleri çok güzeldi. Saçları düz, parlak ve at kuyruğu gibi gürdü. Gözleri koyu renkli ve iriydi. Bacakları düz ve uzun, karınları yağsız ve düzgündü.” Görüldüğü gibi Kolomp kendisini esir pazarında gezinen bir tüccar edasıyla gözlem yapıyor.

Kıta yerlilerinin olanakları ölçüsünde kendi rızaları ile İspanyollara verdikleri onlara yetmedi. Yerlilerin geneli zayıftı. ihtiyaç duydukları ve az bir çabayla ürettiklerinden fazlasını ellerinde tutmazlardı. Ayda onar kişilik üç kişiye yeten miktar hristıyan bir ispanyol askerin sadece bir günlük tüketimiydi. İlk önceleri yerliler İspanyolları çok iyi insanlar oldukları zannetmişlerdi. Fakat günler geçtikçe bu insanların nasıl bir vahsetin temsilcisi olduklarını anlamakta zorluk çekmediler. Yerliler karılarını çocuklarını, mallarını dağlara kaçırarak saklama yolunu tuttular. Hıristiyanlar halkı tokatla yumrukla sopayla dövüyorlardı. Olaylar ele geçirdikleri bir köy beyinin karısının ırzına geçilmesiyle çığrından çıktı. Bu olayların ardından yerlilerde
ok ve yaylar ile silahlanmaya başlarlar. Yerliler için artık dayanılmaz bir hayat başlar. Katliam ve kan dökme bütün Orta Amarıka kıyılarını sarar..Hrıstiyanlar köylere giriyor, çoluk çocuk, yaşlı hamile veya loğusa kadın demeden” ağıllara sığınmış kuzulara saldıran kurtlar gibi ” kurbanlarının karınlarını deşiyorlar, parçalara ayırıyorlardı. Hatta aralarında kimin tek bıçak darbesiyle bir insanı ortadan ikiye ayıracağı veya tek mızrak atışıyla başını keseceği yada bağırsaklarını ortaya dökeceği üzerine bahsine giriyorlardı. Anne sütü emen bebekleri tek tek toplayarak ayaklarından tutup başlarını taşlara çarpıyorlar bazılarını ise yüksekten ırmaklara atarak vahset’te sınır tanımıyorlardı. Tuttukları yerlileri ağaçlara bağlıyarak topluca ateşe veriyorlar katliamların diğer köylere ulaşmasını sağlamak içinde sağ kalanların ellerini keserek vahşetten diğer köylerin haberdar olmalarını istiyorlardı.Yakaladıkları köy beylerini ise önce direkler üzerine tahta çubuklardan bir ızgara yapıyorlar sonra ızgaraya bağladıkları beylerin altındaki ateşi körükleyerek diri diri yakıyorlardı. İspanya’dan gelen bu işsiz güçsüz çapulcu takımı Özellikle ispanyada kötü insanlar arasından seçilerek buralar getirilmiş gibiydiler. Gün geçtikçe katledilen yerliler kıtanın ormanlık bölümlerine kaçarak gizlenme yolunu tuttularsa da İspanyollar bunları bulmaları için köpek ve tazılar yetiştirdiler. Günlerce aç bıraktıkları yırtıcı hayvanları yerlileri parçalatmak için kullanmaya başladılar. Bu hayvanlar bir yerliyi görür görmez, kaşla göz arasında paramparça ediyorlardı. Artık İspanyollar arasında yerlileri vahşi köpeklerine parçalatmak bir spor haline gelmişti. O günleri gözleriyle görüp yazan Bartolome de Las Casas bakin ne diyor bu konu hakkında. “İspanyollar bu köpekleri beslemek için domuz sürüleri gibi yürüyen zincirlere vurulmuş birçok yerliyi öldürür ve insan eti satılan halka açık kasap dükkanları işletirlerdi. Birbirlerine “şu rezil herifin dörtte birini ver de bir diğerini öldürüne kadar köpeklerimin karnını doyurayım derlerdi. Sanki bir domuz yada koyunun dörtte biri konusunda pazarlık yapıyorlardı. Bazıları köpekleriyle birlikte ava giderlerdi. Geri döndüklerinde onlara avin nasıl geçtiği sorulurdu. O zaman
şöyle cevap verirlerdi. “Çok iyi köpeklerimle birlikte 15-20 tane rezil yerli öldürdüm”

Savaşlar bitip bütün yerli erkekler ölünce genelde olduğu gibi geride sadece genç delikanlılar, kadınlar ve küçük kızlar kaldılar. Hrıstiyanlar onları aralarında paylaştılar. 
Yerli erkek köleler Amerika kıtasının en önemli madeni olan Altın ocaklarında çalıştırıldılar. Kadınlar ise toprağı sürmeleri için tarlalara çiftliklere yerleştirdiler . Lohusa kadınların göğüslerindeki sütler bakımsızlıktan kurudu sütü kuruyan annelerin çocuklarıda kısa sürede açlıktan öldüler. Eşleri birbirinden ayıran İspanyollar yüzünden Kızılderili nufüsu azaldı. Yorgunluk ve açlıktan kadınlar ve erkekler teker teker ölmeye başladılar. Dağlara kaçan yerliler korkudan ne yapacaklarını bilemez bir duruma düşmüşlerdi. Ümitsizliğe düşen bir çok yerli çoluk
çoçuğu ile birlikte ağaçlara kendini asmaya başladılar. İspanyol Vahşet’tin den kaçmak için intihar etmeye başladılar.

R NESİL KATLEDİLDİ

Bugün Peru’da 15.5 milyon nufüsun 9 milyonu, Ekvator’da 6,5 milyonu, Boliyva’da 4,5 milyonun 3,5 milyonu İnka nufüsundandır. Guetemala’nın 6 milyon nufüsundan 4 milyonu ise Maya Kızılderilisidir. 60 milyon nufüslu Meksika’da 10 milyon Maya ve Aztek , 10 milyon nufüslu Şili’de ise 600 bin İnka yaşamaktadır. ABD ve Kanada’da kökleri kazınmış olduğu halde, Amerika kıtasının tümünde aşağı yukarı 40 milyon Kızılderili bulunmaktadır. Özellikle ABD’nin Kızılderili toplumlarının köklü değişimlerini sağlamak için özel eğitim yöntemleri bulunmaktadır. ABD kızıl deriler için önce, onları hristiyanlaştarabilecek okullar açarlar.. 1500’lerin başından itibaren , başta Virjinia olmak üzere , yerlileri Amerikanlaştırmak için birçok okul açılır. Batılı eğitim baskısıyla yerlileri değiştiremeyeceğini anlayan beyaz insan her zamanki gibi güce ve hilelere başvurur..

COLUMBUS’UN SONU

Amerika’ya 1493,1498 ve 1502 yıllarında seferler düzenleyen Christopher Columbus her seferinde Kızılderililer, papağanlar ve az miktarda altın ile geri döndüğünde kendisine “Sinek Amirali” diye adlandırılırdı. 1500 yılının 3 kasım günü kardeşleri Bartolomeo ve Diego ile birlikte İspanya’ya getirilirken kollarına takılan zincirlerin tabutuna sarılmasını vasiyet eder. Bu dileği son nefesini verdiği 20 Mayıs 1506’da gerçekleşir. Kolomp’un ölümünden sonra tabutunun yolculuğu başlar. Valladolid’de gömülen Kolomb’un kemikleri 1509-1514 yılları arasında Sevilla yakınlarındaki Las Cuevas kentinin Kartauser mezarlığına taşınır.1537 yılına gelindiğinde , sağlığında dört kez çıktığı yolculuğa yeniden başlar Christopher Columbus. Amerikan fatihinin kemikleri Atlantik’i aşarak Santa Domingo Katedrali’nin bodrumuna getirilir. Fransız ordusundan korunmak amacıyla oradan da çıkarılan tabut 1795’de Küba’nın başkenti Havana’ya nakledilir.1899’da ise Atlantik yeniden geçilir ve Christopher Columbus’un kemikleri Sevilla’da onuruna dikilmiş bir heykelin ayakucuna gömülür. Kolomb’a hayranlık duyan Papa Pius onun kilise tarafindan cennetlik ilan edilmesi için 1866’da bir girişimde bulunur. Kilise mahkemesinden olumlu yönde yalnızca bir oy çıkar ve
Papanın teklifi reddedilir.


BUGÜN...
Günümüz Kızılderilileri ile ilgili en çok sorulan soru şudur: “Hala çadırlarda mı yaşıyorlar?” (bu soru zaten sadece Ova Kızılderililerini kapsıyor, çünkü çadırlarda yaşayanlar sadece onlardı.) Bu sorunun cevabına, hem evet hem de hayır diyebiliriz. Ancak ilk olarak, Kızılderililerin bugün nerelerde yaşadıklarını anlatmak gerekiyor.

Kızılderili gruplarının hemen hepsi, kendilerine ayrılan Kızılderili Bölgelerine yerleşmek zorunda kaldı. Aslında bu bölgelere verilen adın tam Türkçe karşılığı “Kızılderili Rezervasyonu” (tabii rezervasyon kelimesine ne kadar Türkçe denirse).

Kızılderililere ayrılan bu topraklar, genellikle doğa şartları bakımından yaşanması en güç bölgeler. Ancak Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada arasında büyük fark var. Her ne kadar Kanada’daki rezervasyonların bazılarının durumu kötü olsa da, Amerika’dakilerle karşılaştırıldığında oldukça iyi durumda sayılır. Bu iki zengin ülke içinde adeta üçüncü dünya ülkelerini andıran rezervasyonların bazılarında elektrik, su, yol, eğitim gibi hizmetler yok. Daha şanslı olan ve küçük tatil kasabalarını andıran bazı ise her türlü olanağa sahip.

Kızılderililer ya bu bölgelerde yaşıyor, ya da orada yaşadıkları sorunlar nedeniyle (en önemlisi işsizlik) büyük şehirlere yerleşiyorlar. Şehirde yaşayan Kızılderililer genellikle yine kendileriyle ilgili konularda çalışıyor. Avukat, doktor, öğretmen, mühendis olanlar yine bir şekilde kendi halklarına hizmet veriyor. Şehre gelip iş bulamayanları ise zor günler bekliyor. Hem büyük şehre alışmak, hem de işsizlikle, evsizlikle başa çıkmak zorunda olan bu insanlar, genelde Kızılderili merkezleri yakınında toplanıyor ve gelen yardımlarla geçiniyor. Evsiz de olsalar, en azından sıcak bir yere gidip karınlarını doyurmak şansına sahip oluyorlar. Yine Kızılderililerin kurduğu bazı merkezler bu insanlara yiyecek, battaniye, soğuk kış günlerinde sıcak bir kap çorba ya da kahve dağıtmak için gece gündüz sokaklarda dolaşıyor. Bu yardımı yaparken elbette beyaz-Kızılderili ayrımı yapılmıyor.
“Hala çadırlarda mı yaşıyorlar?” sorusuna gelince, şehirde yaşayanlar elbette çadırda kalmıyor. Ancak rezervasyonlarda yaşayanların hemen hepsi, küçük prefabrik ya da ahşap evlerinin, ya da ev olarak kullandıkları karavanlarının yanında bir çadır bulunduruyor. Aynı eskiden olduğu gibi kurdukları bu çadırları hem törenler için, hem de evin başka bir odası gibi kullanıyorlar. Geleneksel olarak çadırlarda yaşamayan Kızılderililerin rezervasyonlarında ise doğal olarak çadıra rastlanmıyor. Haftalarca, ya da aylarca ormanda, ya da bir nehir kenarında ava çıkan Kızılderililer de geleneksel çadırlarını hala kullanıyorlar. Ancak artık eskisi gibi yüzlerce çadırdan oluşan köylerde yaşayan Kızılderililer yok. Amerika’nın güneybatısında, kerpiç evlerde yaşayan ve geleneklerinin çok büyük bölümünü korumayı başarmış olan Kızılderililerin ise, yüzlerce yıl önce nasıl yaşıyorlarsa hala öyle yaşadıklarını söyleyebiliriz.


Kaynak: http://www.bilinmeyenler.org/

0 YORUM